8 Eylül 2012 Cumartesi

Kitleleri Harekete Geçiren Suçsuz Medya!

Çok şey yazıldı,çok şey söylendi.
Kimileri içten,kimileri sırf tenkit amaçlıydı belki de...
Kınamalar,lanetler,hükümeti yerden yere vurmalar derken üzerinden 3 gün geçiverdi "Afyon'da patlama:25 şehit" haberinin üzerinden...
Sosyal medya yine ayaktaydı.Facebookta 'durumlar' değişti,twitterda 140 karaktere sığdırıldı duygular düşünceler...Peki ne değişti?Klavye başında cesurca sözcükler savuranlar ne yapmışlardı durumu iyileştirmek için acaba? "Türkiye tek yumruk" mesajı vermeye çalıştık sözde! Gerek haber sitelerinde gerek sosyal medyada yapılan yorumlara bakıyorum şöyle.Siyaset fanatikliğimizle, birbirimize üstün gelme gayesiyle sürekli bir kavga içerisindeyiz maalesef...
Evet dayanılır gibi değil."25 şehit" defalarca döküldü dilden.Klişeleşmiş sözler söylendi gidenlerin ardından.Ama yine ateş düştüğü yeri yaktı.25 aile,25 ayrı hikaye demekti..."Teselli"denilen kelime eli kolu bağlı kaldı bu durumda.
Gelelim bu durumun "sorumlusuna".Belli bir kesim yine hükümete yükledi tüm suçu,kimisi "ihmal" dedi.Ama çoğumuzun ilk olarak aklına "PKK"tehlikesi geldi.Bu durum bana şunu düşündürdü.Demek ki, lanet PKK öyle bir korkulu rüyası oldu ki ülkemizin her olayın arkasında onu arar olduk.Gazetelerde manşet manşet PKK kelimesi arttıkça belki de prim verdik o insaniyetten nasibini almamış teröristlere.Gözümüzde gittikçe büyütülen bir PKK oluştu.Bu konuda medya dediğimiz olgu ne kadar sorumlu davranıyor sizce? Unutmayalım gazetelerimizi okuyan,TV haberlerini seyreden sadece bizler değiliz ve terörist dediklerimiz sadece dağda değil.Halkı birleştirelim derken bazılarını gözyaşlarımızla sevindirdik belki de.Artık satır aralarına sıkışmıyor PKK kelimesi;manşet haberi,köşe yazılarının hakimi...
Bundan sonra daha çok görev düşüyor medyaya ve 'ünlü' diye mikrofon uzatılanlara.Şimdi daha çok ihtiyacımız var sabıra,metanete...Dilerim öfkemizin kurbanı olduğumuz yazıları yazmaya bir son veririz.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Kum Saati Misali Akarken Zaman...

Merhaba!

   Zaman dediğimiz mefhum hızlıca akıp gidiyor.Bakıyorum da son yazımın üzerinden kaç gün geçmiş,bloguma vakit ayıramamışım.Bazen olur ya hani vaktin bol olduğu zamanlar zamansızlıktan yakınır,hiçbir işimizi yetiştiremeyiz.Sanırım bende öyle bir ruh hali içerisindeyim.Üşengeçim bu aralar,bir o kadar da huzursuz.
     İnsanoğlu şu hayatta hep mutluluk istiyor,mutluluğu arıyor,mutlu olmak için yaşıyor belki de.Ama yaşadıklarınız, size bu hayatın bir sınavdan ibaret olduğunu,yaşanan tüm zorlukların O'na bir adım daha yaklaşabilmenin anahtarı olduğunu gösteriyor.Bazen keşke dediğiniz şeylerin ne kadar anlamsız;üzüntülerinizin,sitemlerinizin,pişmanlıklarınızın boş olduğunu anlıyorsunuz.Efendiler Efendisi'nin şu sözü şimdi yüreğinize daha bir işliyor:"İnsanlar uykudadır,ancak ölünce uyanırlar".Ömür akıp giderken bu rüyaya yani hayata daha sıkı sarılıyor sanki insan.Hastalıklarla imtihan olurken ölümün kıyısında olmak korkutuyor insanı.Sevdiklerinin bu dünyadan bir gün gideceklerini bilse bile ölümün ihtimali bile sarsıveriyor.İşte tam da böyle daralınca kalbi "Ya Fettah!Hakkımızda herşeyin hayırlısını eyle,hayırlı olana gönlümüzü razı eyle" diye dua edip ona yakarıyor, ferahlatıyor kalbini...

     Evet hayat dediğimiz kavram anların toplamı...Anları toplayıp anı haline getiren Halide Edip Adıvar'ı okudum blogumdan ayrı kaldığım günlerde."Mor Salkımlı Ev"Halide Edip'in çocukluk yıllarını geçirdiği, içinde hatıralarını barındığı ev.Kitabında ise çocukluk günlerinden başlayarak 1918 li yıllara kadar yaşadıklarını,kolej yıllarını,balkan savaşı sırasında öğretmenlik yaptığı günleri,ülkenin durumu,İttihatçıların faaliyetlerini anlatıyor.Anı türünü edebiyat okurlarına sevdirebilecek bu kitabı siz izleyenlerime tavsiye ediyor,mutlu bir hafta diliyorum...

31 Temmuz 2012 Salı

İki Darbe Arasında-İskender Pala


"Çok şükür ki mazlum oldum,zulmeden olmadım" diyerek başlıyor kitabına ve aynı cümlelerle son veriyor cümlelerine İskender Pala.

İskender Pala denilince çoğumuzun aklına onun edebiyatı muhteşem bir şekilde kullanabilmesi gelir."İki Darbe Arasında" adlı kitabında asker kimliğiyle karşımıza çıkar Pala.TSK da geçirdiği 15 yılı onun için pek çok zorluklarla doludur.Sadece kendisi değil ailesi de büyük bir sınavdan geçmektedir.Eşinin baş örtülü oluşu,namaz kılması yeterlidir "irticacı"(!) olarak ordudan ihraç edilmesi için.
Astsubay Hazırlık Okulu Kütüphanesi'ne giren "gerici" kitapların yakılması,eşiyle birlikte gittiği Heybeliada orduevinden başörtüsü yüzünden atılması,ordunun bilime verdiği değer(!),eski dilde okuduğu kitapların Kur'an zannedilmesi ve daha birçok acı hatırası yer alır bu kitapta.Okurken bazen bildikleriniz karşınıza çıkıyor.Bazen de "Bu kadar da olmaz" diyorsunuz ama belgelerle destekliyor sözlerini İskender Pala.

Okudukça şu cümlesinin doğruluğunu daha çok anlıyorsunuz: "Bizden farklı olanları kategorize edip ötekileştiriyoruz".Maalesef günümüzde de devam eden insanların kimliklerine karşı taşıdığımız önyargı kitapta çok güzel ele alınıyor...

Siz takipçilerime İki Darbe Arasında'yı tavsiye eder,hayırlı ramazanlar dilerim...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

"Yabancı" ve Yaşamın Anlamı


   Bugün sizlere 1957 nobel ödüllü Albert Camus'nün "Yabancı" adlı kitabından bahsetmek istiyorum.Fransız yazar Camus edebiyat dünyasında önemli bir yere sahiptir.Varoluşçuluk felsefesi ve absürdizmden izler taşır kitapları...

   "Yabancı" ise çok ses getirmiş,kişinin toplum ve kendisi arasındaki iletişimi,insanın bu dünyadaki 'mana'yı bulma çabasını anlatan bir kitap.Baş kahraman Meursault bir Arap'ı öldürmekten dolayı yargılanır.Meursault'a göre herşey "saçma"dan ibarettir.Yaşam anlamsızdır,sadece bir alışkanlıktır.Madem ki hayat ölümle sonuçlanıyor,insanın bu dünyada verdiği mücadele "absürttür".O zaman yaşamamak da bir seçimdir ve insan kendi hayatına son verebilmelidir diye düşünür yazar Albert Camus.
     Yüz onbir sayfalık kısa bir kitap olan "Yabancı" bir oturuşta bitiveriyor.Yalın bir dil kullanılmış ve Meursault'ın iç çatışmaları ön planda.Her ne kadar bana pek hitap etmese ve inançlarıma zıt bir akım olsa da Absürdizm güzel bir şekilde işlenmiş "Yabancı" da.Farklı perspektiflere açık olan siz takipçilerime bu kitabı öneriyor,keyifli okumalar diliyorum:)

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Şükürsüz Mutsuzlar



   Bazen hiçbir şey mutlu etmez insanı,ne ev ne araba ne para ne de sağlık...Sebebini kendi de bilmez ama yaşadığı hayat onu tatmin etmez belki de. Etrafındaki her güzel şeye gözleri kapalıdır ama en ufak bir olumsuzlukta mutsuzluğa açıverir kalbinin kapısını. Mutsuzluk misafirini kendi davet eder içeri...Hep klasiktir ya "küçük şeylerden mutlu olma" deyimi.O "mutsuz" bilmez küçük mutlulukların değerini...Günümüz dünyasına baktığımızda çokça görürüz böylelerini, her durumdan şikayetçidirler,onlardır dünyanın merkezi...Başını sokabildiği bir evi, onu evine götüren arabası, arabasına binebilecek ayakları, onu evde karşılayan çocukları, sıcacık bir çorbası vardır ama mutsuzdur işte...Çünkü açmamıştır hiç Yaradan'a ellerini,şükretmemiştir bir kere. O'na hakkıyla kul olmasa bile Yaradan'ı onu nimetleriyle perverde etmiştir. Olsun o bunların hiçbirini düşünme zahmetine girmemiştir...Allah, bizleri yaşadığı hayatın kıymetini bilen,onu hakkıyla yaşan,var olan nimetlere şükretmesini bilen kullarından eylesin...

 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Ufukların Sultanı-Mustafa ARMAĞAN


Fatih Sultan Mehmet denilince insan bir başka hissediyor kendini,daha bir gurur duyuyor Osmanlı torunu olmaktan...Çoğumuzun aklına İstanbul'un Fethi gelir Fatih denilince.Peki başka ne biliyoruz bu koskoca sultana dair?Ya da bildiklerimiz ne derece doğru?Mustafa Armağan bu kitabında işte bu bilinmeyen yönlere ışık tutar akıcı üslubu ve derin tarih bilgisiyle...Tarih dediğimiz olgu bence objektif değildir her ne kadar belgelere dayansa da.Çünkü her tarihçi farklı bir şekilde yorumlar o belgeleri.Kimileri çarpıtır,kimileri yeteri kadar donanımlı değildir,kimileri ise doğru bilinen yanlışları gün yüzüne çıkarır tıpkı Mustafa Armağan gibi.Nasıl mı?
  1. Fatih İstanbul'u fethetmedi mi?
  2. Fatih'in annesi Fransızmıydı?
  3. Batılı bir sultan mıydı öyleyse doğuyu batıdan ayıran sınır nedir?
  4. 21 yaşında fetheden bu sultanı neden hep portrelerde yaşlı görürüz?
  5. Ufukların Sultanı'nın en büyük projesi neydi?
Bu soruların cevabını öğrenmek ve daha nice bilinmeyenleri keşfetmek mi istiyorusunuz?Hadi o zaman şimdi Fatih'i fethetme sırası sizde!

9 Temmuz 2012 Pazartesi

"Yeşil Yol" ve Düşündürdükleri





   "Yeşil Yol" denilince çoğunuzun kulağına "Patroon" sesi geliverir John Coffey'nin...Yıllar önce izlediğim ve her izlediğimde duygu yoğunluğu yaşadığım filmlerdendir Yeşil Yol...İzlemeyenlere tavsiye edebileceğim 1999 yapımı bir dram filmidir.İdam mahkumu John Coffey'nin sıradışılığı,masumiyeti ve gardiyan Paul Edgecomb ile aralarındaki iletişim izlenmeye değer...Söz konusu Amerikan filmi olunca siyah-beyaz çatışması filmde bariz görülüyor.Siyah bir mahkum kullanılarak bazı önyargılar yıkılmak istenmiş sanırım.Barbar,vahşi olarak bilinen siyah portresi burada masum,iyi niyetli ve insanlarla iletişim kurabilen siyahlar olarak farklı bir kimlik kazanıyor.İzlerken John Steinbeck'in meşhur kitabı "Fareler ve İnsanlar"'ın da izlerini gördüm filmde.Nasıl mı? Kitaptaki Lennie karakteri ile filmdeki John Coffey arasında benzerlikler var.İkisinin de iri yarı duruşu altında yatan duygusal kalpleri, insanlara yardım etme istekleri ve belki de en önemlisi onları anlayan çok az insan oluşu.Tıpkı kitaptaki George ile filmdeki Paul gibi...Sözün özü bu muhteşem filmi izlemenizi tavsiye ediyor,izleyenlerin yorumlarını bekliyor ve güzel bir hafta diliyorum :)

6 Temmuz 2012 Cuma

Birey denilen varlık...

Birey denilen varlık



Bugün şöyle bir içimize yolculuk yapalım.Gelişen şu modern dünyada "somutun içindeki soyutu" görelim.Ne dersiniz?
Zaman değişti,teknoloji gelişti,merkeze "birey" yerleşti.O birey ki Yüceler Yücesini unuttu, egolarına esir oldu."Bunu benden başkası yapamaz,ben olmasam bu işi hayatta halledemezler,bensiz bu şirket batar,benden daha iyi kimse yazamaz..." bitip tükenmek bilmeyen "ben" cümleleri...Sahi bu kadar önemli miydi birey dediğimiz bencil varlıklar? Herşeyin hakimi,belirleyicisi miydi yoksa şu kainattaki bir zerre den mi ibaretti? Sahi neydi birey? 'Ene'sini yani kendini sevmeye başlayan bu birey unuttu etrafındakileri, başkalarını sevmeyi, onları düşünmeyi. Yavaş yavaş bu birey kendini yalnızlığa itti,en ufak bir başarısızlık onu depresyona sürükledi.Bireysellik bencilliğe,bencillik yalnızlığa,yalnızlık mutsuzluğa dönüştü.
Çağımızın hastalığı nedir diye sorsam ne cevap verirsiniz? Ben enaniyet derdim,insan kendini dünyanın merkezinde görmeye başladığı an,kendisi dışındaki varlıkları görmez oluyor.Bireyler narsistik kişilere dönüşüyor.Ne zaman ki egolarından sıyrılmayı başarıp etrafı görüyor işte ancak o zaman insan mutlu olabiliyor...
 

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Bugün tam da zamanı...

Bugün tam da zamanı...Kendinize zaman ayırmanın, iş güç koşuşturmasını biraz olsun bir kenara bırakıp nefes almanın, iç muhasebe yapmanın, günahlardan pişman olmanın, geriye dönüp bakmanın, mutsuzluklardan mutluluğa bir yol aramanın...Bunların hiçbirini mi yapamadınız? Oturup semaya ellerinizi açıp O'na kalbinizin derinliklerinden dua etmenin tam da zamanı.Rahmet kapıları açılıyor bu gece.Yaradanın sana sesleniyor:"Magfiret olunmak isteyen yok mudur, magfiret edeyim. Rızık isteyen yok mudur, rızık vereyim. Kim ne isterse vereyim!".Melekler "Amiin" diyor dualarına.Hadi o zaman istiğfar et yeni bir sayfa aç kendine,bu gece senin beraatin olsun.Kim bilir belki de bir dahaki beraate yetişmek nasip olmaz.O zaman bugün tam da zamanı dua etmenin, Rabbine bir adım daha yaklaşmanın...Beraat kandiliniz mübarek olsun,Allah kalbinizden geçenleri hakkınızda hayırlı eylesin...

3 Temmuz 2012 Salı

Blogdan Al Haberi

Merhaba Arkadaşlar,
Bir kitap tanıtımıyla blog yazılarıma başlıyorum...:)

Blogdan Al Haberi-Zeynep Atikkan/Aslı Tunç

   Bir kitabta bizi ilk cezbeden şey nedir?Kimilerine göre kitabın adı,kimilerine göre yazar kimilerine göre arka kapak yazısıdır.Beni bu kitaba iten etmen ön kapaktaki kullanılan açık yeşil renk:)Kitap kapağının canlılığı ve kitabın adı benim dikkatimi çekti.Kitabın içeriğine gelince...Gazeteci yazar Zeynep Atikkan ve akademisyen Aslı Tunç akıcı üsluplarıyla günlük hayatımızın neredeyse merkezi olan blog dünyasının çıkış noktasını,etkilerini,dünyada blog aleminin işleyişini okuyucuya sunuyor.Türkiye'deki blog dünyası hakkındaki izlenimleri de okunmaya değer."Gazetecilik tehlikeye mi girdi,bloglar gazetecilik sayılır mı,konusunda uzmanlaşmış bloglar hangileridir?" vb. sorulara cevap buluyor.Bunun yanı sıra birtakım blog isimleri vererek takip edebileceğiniz yeni ufuklar açıyor.Okunması gerekenler listenize alabileceğiniz bu kitabı herkese tavsiye ediyorum.Bu kitap sayesinde sanal alemin hiçte hafife alınmayacak,kitleleri etkileyebilecek bir araç olduğunu anladım.Bloglar,sadece bireyleri değil bir ulusu da etkileyebilecek haber sızdırma platformlarıyla(Wikileaks gibi) tüm dünyayı sarsabiliyor.İşte kitap...


2 Temmuz 2012 Pazartesi

Blog Alemine Merhaba!

    Değişen günümüz teknolojisinde dijital alem her kesimden insanı fikirlerini paylaşmaya davet ediyor.Blog sayıları gittikçe artıyor,amatör yazarlardan profesyonellere,ev hanımlarından öğrencilere varan geniş bir kitle insanlığa fikir dünyasının kapılarını açıyor.Ben de bu blog dünyasında yerini almak isteyen birçok üniversite öğrencisinden biriyim.Düşünceler zihinden çıkıp kaleme dökülürse baki olur, ne demişler söz uçar yazı kalır.İste bende bu düsturla blog alemine adımımı attım.Umarım yazılarımla siz okuyucuyularıma seslenirken,bir yandan sizlerden de öğreneceklerimle kendimi geliştirebilirim.Değerli fikir,görüş ve yorumlarınızı bekliyorum..